Güncel

‘’Müsilaj tehlikesi tamamen bertaraf edilebilmiş değil’’ 

Tarım ve doğa konusunda başta olmak üzere çok yazıda haber ile bilgi veren Bloomberg HT Tarım Editörü İrfan Donat, geçtiğimiz günlerde, ‘’Denizlerde kırmızı alarm veren 16 risk'’ başlıklı köşe yazısında ayrıntılı şekilde ele alıp tespitlerini sıraladığı yazısında Marmara bölgesini Çanakkale'yi ve L

Donat; ‘’Geçtiğimiz yıllarda yüzleştiğimiz müsilaj (deniz salyası) tehlikesi tamamen bertaraf edilebilmiş değil’’ dedi. 
 
  
Son dönemde Çevre ve İklim başta olmak üzere dünyanın geleceği için yaşanan problem ortadan kaldırılmaya çalışılıyor. Bu alanda özellikle tarım ve hayvancılık yanında çevre hakkında haberler ve yazılar yazan Bloomberg HT Tarım Editörü İrfan Donat geçtiğimiz günlerde ‘’ Denizlerde kırmızı alarm veren 16 risk'’ başlıklı köşe yazısında hem deniz kirliğini hem de geçtiğimiz senelerde ortaya çıkan Marmara denizi ve kentimiz Çanakkale’de ortaya çıkan müsilajın etkilerini yazdı. İşte Donat’ın köşe yazısı; ‘’1 Eylül itibariyle balık avı sezonu açıldı. Tüm balıkçılarımıza “rastgele!” derken, bu vesileyle denizlerimiz ve iç sularımızdaki mevcut durumu bu hafta biraz mercek altına alalım istedik. Eğer mevzu sürdürülebilirlik ise bu sadece karada değil denizde de geçerli. Ve maalesef tarım topraklarımızdaki zayıf karnenin bir benzeri hem deniz hem de iç sularımızda karşımıza çıkıyor. Denizlerde artan kirlilik oranı, kapasite üstü, yasa dışı ve bilinçsiz avlanma, iklim değişikliğinin etkisiyle çoğalan istilacı çeşitler ‘Mavi Vatan’da balık türleri ve stokları açısından ciddi tehlikelere davetiye çıkartıyor. Geçtiğimiz yıllarda yüzleştiğimiz müsilaj (deniz salyası) tehlikesi tamamen bertaraf edilebilmiş değil. Tam manasıyla arıtılmadan denizlere karışan sanayi ve evsel atıklar ekolojik dengeyi bozmaya devam ediyor. Denizlerde tablo böyleyken nehir ya da derelerde durum farklı mı? Özellikle plastik, metal ve kimyasal atıklara maruz kalan akarsularımızda da durum oldukça vahim gözüküyor.’’ 
 
 Konu hakkında uzman bir isme sorduğu soruyu yazısına taşıyan Donat; ‘’İşte bu tehlikenin boyutlarını ve risklerin ne anlama geldiğini konunun uzmanına sorduk. Müsilaj konusu daha kamuoyunun gündemine gelmeden aylar önce erken uyarılarda bulunan ve ortaya çıkacak çevresel faciaya ilk dikkat çeken isimlerin başında gelen Bandırma Onyedi Eylül Üniversitesi Denizcilik Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mustafa Sarı’yı aradık. Avlanma sezonu açılırken sularımızdaki mevcut durumu anlamaya çalıştık. Fotoğrafın tamamını görmek adına işin ekolojisi kadar ekonomisi ve politikasını da konuştu . İşte Prof. Dr. Mustafa Sarı’nın 16 başlıkta özetlediği Türkiye’nin deniz ve iç sularının karşı karşıya kaldığı sorunlar ve yarattığı riskler: 
 
 1- Türkiye’nin gerçek manada bir balıkçılık politikası yok! Reaktif bir yaklaşım var. Balıkçı sorun getirmezse, mevcut otorite kesinlikle bir müdahalede bulunmaz. Bu yüzden balıkçılığımız yönetilmiyor, kendi kendine yuvarlanıp gidiyor desek mübalağa olmaz. 
 
 2- Avcılık filosu çok büyük. Küçültme yönünde çabalar var ama yetersiz. 2000’li yılların başından beri ruhsat verilmesi durduruldu. Ama balıkçı gemisi yapan tersaneler bir yıl sonraya gün veriyor. Bu tekneler nasıl, hangi ruhsatlarla yapılıyor diye sormamız lazım. 
 
 3- Balıkçının mazot, ağ, işçilik gibi ana girdi kalemlerinin fiyatları çok yükseldi. Örneğin mazot maliyeti geçen yıla kıyasla 3 kattan fazla arttı. Bu şartlarda balıkçı balığın fiyatını üç kat artıramayacağına göre ya zarar edecek ya da denizi talan edecek. Kurallara uyan, illegal işi olmayan balıkçının mutlaka desteklenmesi lazım. 
 
 4- Balık stokları bitmek üzere. Bu hızla avlanmaya devam edersek 20 yıl içinde tüm dünyada denizlerdeki stoklar çökecek. Balıkçıya sorarsak gırgırcı trolcüyü, trolcü kıyı balıkçısını, kıyı balıkçısı sportif balıkçıları suçluyor. Yani “balıkçı” şemsiyesi altındaki herkes, balık stoklarının çökmesinde kendisi dışında başkalarını sorumlu tutuyor. Oysa balıkçı tek millettir. Herkes kendi gücü nispetinde eğer avlayabilse denizdeki balığı bir gecede avlamak ister. Bu sadece bizde değil bütün dünyada böyle. 
 
 5- Avcılık tarihlerini değişen iklim şartlarına göre yeniden düzenlemek lazım. Havalar ısınıyor, stoklar çöküyor, balıkçı halen av yasaklarının süresini kısaltma peşinde. Örneğin balıkçılar bu yıl palamut avcılığını 15 Ağustos’a çekmek için çalmadık kapı bırakmadılar. Çünkü gelecek yıl seçim olacağı hesabıyla istediklerini alacaklarını düşünüyorlar. Avcılık tarihlerini yeniden gözden geçirmek zorundayız. 
 
 6- Sularımızda kirlilik ciddi oranlarda artıyor. Ülkemizin üç tarafını çeviren denizleri, kıyılarına kurduğumuz kentlerle doğrudan, akarsulara boca ettiklerimizin denize ulaşmasıyla dolaylı olarak atık çukuru olarak kullanıyoruz. Marmara’da geçen yıl yaşadığımız müsilaj bunun en net dışa vurumuydu. Korktuk ama halen mesajı aldığımızdan şüpheliyim. 
 
 7- Kaçak ve illegal avcılık her yerde. Su Ürünleri Kanunu’nda yapılan değişiklikler bir parça kaçak avcılığı azalttı. Ancak balıkçılığı yönetenler doğrudan alanda olmadıkları için son yıllarda yakalanan kaçak avcı sayılarına bakarak “denizlerde kuş uçurtmuyoruz” düşüncesinde oluyorlar. Oysa o kadar çok kaçak ve illegal avcılık var ki yakalananlar devede kulak misali aslında. Örneğin Marmara’da deniz salyangozu avcılığını yanlış şekilde açtılar. Bilimsel itirazlar üzerine Mayıs ayında yasak ettiler. Ancak uygulamada halen her gün ve gece kaçak kestane avcılığı devam ediyor. 
 
 8- Denetim sisteminin değişmesi gerekiyor. Zira mevcut sistem çalışmıyor. Balıkçılığı yönetmek için denetim her aşamada şart. Denetimi güçlendirmek için yeni yaklaşımlara ihtiyacımız var. Bu yıl av araçlarına getirilen marka uygulaması doğru bir yaklaşım ancak tek başına yeterli değil. Bu kadar su ürünleri mühendisi işsiz gezerken, veteriner hekime veya tarla bitkileri okumuş ziraat mühendisine su ürünleri denetimi yaptırmak yanlış. 
 
 9- Radar, sonar gibi cihazların kullanımına uygulanabilir sınırlamalar getirmek lazım. Balık bulucu cihazları ne denetleyecek ne de müdahale edecek teknik altyapıya sahip denetim elemanı yok. Balıkçı hepsini sulu dereye götürüp, burada su yok diye geri getiriyor. 
 
 10- Geçen yıl avcılık sezonu boyunca tam anlamıyla bir yunus katliamı yaşandı. Ölü yunuslar hep kıyıya vurdu. Yetkililer bu yunuslardan hep örnek alıp ölüm nedenlerini bulmak için laboratuvara gönderdi. Sonuç: HİÇ! Av sezonu kapandıktan sonra yunus ölümleri birden durdu. Neden mi? Yunusları veya martıları takip ederek balık sürülerini bulmak balıkçı reislerinin en eski âdetidir. Ama şimdilerde teknoloji sayesinde balık bulmak için yunusa ihtiyaç yok. Pelajik bölgede balık sürüsünü bulduğunda beslenmeye çalışan yunuslar, tekneler tarafından çevrilen ağların içinde kalınca can havliyle kurtulmaya çalışırken ağı parçalıyor. Bunu bilen balıkçı, yunusu görür görmez ağı parçalamasın diye hemen tüfeğini çıkarıp vuruyor. Gırgır ağlarına yunus kovucu cihazlar takmak en mantıklı çözüm şimdilik. Sezon boyunca milyonlar kazanan balıkçının birkaç bin liraya yunus kovucu alması ciddi bir mali yük getirmez. Ama teşvik etmek istiyorsak sübvansiyonları böyle uygulamalarla ilişkilendirmek gerek. 
 
 11- Artan döviz fiyatları, orkinos gibi doğrudan balıkla beslenen yetiştiricilik türleri için ciddi yük olmaya başladı. Bu yüzden geçen yıl orkinosçular Karadenizli balıkçılarla anlaşarak onlardan bol bol küçük balık aldılar. O yüzden Karadeniz’de geçen yıl çok fazla miktarda küçük balık avlandı. İstavrit, hamsi, çaçanın küçüklerini topladılar ve tankerlere doldurup orkinos çiftliklerindeki orkinoslara yedirdiler. Herkesin bildiği bu açık sırrı(!) her nasılsa denetim ekipleri hiç görmedi. Küçük balık yoksa büyük balık yok! Balıkçı gemilerinden elekleri, balık pompalarını kaldırmak zorundayız. Av sezonu başlamadan milyonlarca lira bankaya borçlanan balıkçı, borç taksitini çıkarmak için bir kasa balık için yüz kasa balığı heba etmekten çekinmiyor. 
 
 12- Marmara Denizi, toplam deniz balıkları avcılığı içinde yüzde 6-13 arasında paya sahip. Ancak önemi ve etkisi bu oranlarla ölçülemez. Zira Karadeniz’de bol av veren palamut, kolyoz, uskumru, lüfer başta olmak üzere bir sürü balık türü için Marmara ya üreme ya beslenme ya da kışlama alanı. O zaman Marmara’nın balıkçılığını sadece bu oranlara bakarak yönetmemek lazım. Marmara Denizi bir biyolojik koridordur. Bu koridor balık geçişi için daima açık olmalı. Her türlü av aracıyla İstanbul ve Çanakkale Boğazlarında avcılık yasak olmalı. Marmara, küçük bir deniz. Burada savaş gemisi gibi tekneler avlanmamalı. Marmara’da tekne boylarına ve ağ büyüklüklerine sınırlama getirmek zorundayız. 
 
 13- 1380 sayılı Su Ürünleri Kanunu’nun 24’üncü maddesine göre iç sular, Marmara Denizi ve boğazlarda her türlü trolle avcılık yasaktır. Oysa bir çeşit çerçeveli trol olan algarna, tebliğ ile serbest bırakılmış durumda. Dünyanın neresinde kanunla yasaklanan bir konu, yönetmelik veya bir tebliğle serbest hale getirilebilir? Buyurun işte çarpıklığa bakın… 
 
 14- Proaktif bir yönetim benimsemeliyiz. Ancak bunu yapabilmek için balıkçılık yönetiminde çok köklü bir değişikliğe ihtiyacımız var. Balıkçılık yönetiminin rotası değişmeden geminin selametle hedef limana ulaşması imkânsız gözüküyor. Tarım Bakanımızdan ümitliyim. Geldiğinden beri kronikleşmiş bazı sorunlara cesur müdahalelerde bulundu. Balıkçılığa yeni bir rota çizeceği günü heyecanla bekliyorum. 
 
 15- Müsilaj, kuraklık, şiddetli hava olayları gibi artık doğal afet olarak kabul etmemiz gereken durumların hepsi tarım sigortası kapsamına alınmalı. Balıkçıya yapılacak sübvansiyonun bir kısmı böyle yapılarak zararı tazmin edilebilir. 
 
 16- Denizi besleyecek, balıkların rahatça üreyip, çoğalmalarına hizmet edecek koruma alanları oluşturmamız lazım. Biz onun yerine tantanalı bir törenle ‘denize bilmem kaç bin adet balık saldık’ diyerek övünüyoruz. Yapmamız gereken böyle şeyler değil, balıkların doğal üreme, beslenme, göç ve kışlama alanlarını korumak. Ona göre koruma alanları oluşturmak. 
 
 Dünyada sadece Van Gölü'nde yaşayan endemik balık türü olan inci kefalinin neslinin korunması için 23 yıl boyunca büyük mücadele vermesiyle tanınan Prof. Dr. Mustafa Sarı'nın dikkat çektiği 16 ana sorun ve yarattığı riskler aslında orta ve uzun vadede yüzleşebileceğimiz tehlikenin boyutlarını gözler önüne seriyor. O yüzden uyarılara kulak vermekten öte, proaktif bir politika ile hareket etmenin vakti geldi de geçiyor bile’’ şeklinde uyarılarda yer aldı.
 
Tuğba Kulasoy