Mehmetçiğin Çanakkale’de akıttığı altından kıymetli kanın simgesi olan ve ‘Çanakkale Parası’ olarak anılan kaime, Kültür ve Turizm Bakanlığının restorasyon ve tıpkıbasım çalışmalarıyla yeniden hayat buluyor. Yazma Eserler Kurumu Başkanlığında el yazması eserlerin yenileme çalışmalarının yapıldığı laboratuvarda incelemelerde bulunan Kültür ve Turizm Bakanı Numan Kurtulmuş, yüz yıllık mirasın tıpkıbasımının önümüzdeki günlerde tamamlanacağı müjdesini verdi. Yazma Eserler Kurumu Başkanlığı, İçişleri Bakanlığı ve Emniyet Genel Müdürlüğü Kriminal Dairesi işbirliğiyle çalışmaları iki aydır devam eden kaime önümüzdeki günlerde Emniyet Genel Müdürlüğüne teslim edilecek.
Yüzlerce Yazma Eser Şifa Buldu
Çanakkale destanının bir parçası olan ‘Çanakkale Parası’na yeniden hayat veren Yazma Eserler Kurumu Başkanlığı bugüne kadar yüzlerce yazma esere de şifa verdi. Başkanlık tarafından takip edilen ‘Yazma Eserlerin Korunması Projesi’ kapsamında, şifahane bünyesinde hizmet veren birimlerde 2012-2016 yılları arasında acil onarıma ihtiyacı olan eserlerden 770 yazma eserin restorasyonu, 261 bin eserin kuru temizliği, 50 bin 826 eserin durum tespiti yapılarak, 48 bin esere de düşük sıcaklık uygulaması gerçekleştirildi. Başkanlık, 2017 yılının ilk altı aylık döneminde ise 85 yazma eser, 48 adet ferman-berat, 2 adet harita ile Süheyl Ünver Koleksiyonuna ait 25 adet defterin restorasyonu tamamladı. Ayrıca, 4 bin 911 eserin kuru temizliği, bin 422 eserin durum tespiti ile bin 230 esere düşük sıcaklık uygulaması da yine aynı dönem içerisinde gerçekleştirilen işler arasında.
“Bedeli Çanakkale’de Altın Olarak Tesviye Olunacaktır”
Henüz daha Galatasaray Lisesi’nde öğrenciyken 1914 yılında gönüllü olarak Çanakkale Savaşına katılan 17 yaşındaki Asteğmen Mehmet Muzaffer Çanakkale’ye vardığında harp durmuştu.
Çanakkale’deki birliklerin büyük kısmı, Kafkas, Irak ve Filistin cephelerine sevk edileceklerdi. Hazırlanma ve noksanlarını ikmal emri aldılar. Çanakkale’de birliğin alay karargâhında “Zabit Namzedi” olarak görev alan ve aldığı emir gereği İstanbul’a kamyon ve otomobil lastiği satın almak için gelen Mehmet Muzaffer, icab eden paranın kendisine verilmesi için Erkan-ı Harbiye Riyaseti’ne hitaben yazılı bir tezkereyi aldı. Lazım gelen parayı almak üzere Erkan-ı Harbiye’ye gitti. Muzaffer az sonra yaşlı bir kaymakamın huzuruna çıktı. Kaymakam, uzatılan tezkereyi okudu. Karşısında esas duruşta bekleyen zabit namzedine baktı. İsteyeceği paranın miktarını sormadan, “Ne alınacak?” dedi. “Otomobil ve kamyon lastiği” cevabı verilince bir an durdu. Sonra Muzaffer’e dik dik bakarak: “Ben askerin ayağına postal, sırtına kaput alacak parayı bulamıyorum. Sen otomobil lastiğinden bahsediyorsun! Para yok!”, diye cevap verdi. Muzaffer, Harbiye Nezareti’nin bahçesinden dış kapıya yürürken, ne yapacağını düşünüyordu. Eldeki iki kamyon ve iki binek arabası lastiksizdi. Kendisi, bulur alır diye görevlendirilmişti. O yıllarda İstanbul’da otomobil ve kamyon nadir rastlanan vasıtalardı. Bunların lastikleriyse yok denecek kadar azdı ve karaborsadaydı. Muzaffer aradı, uğraştı, nihayet Karaköy’de bir Yahudi tüccarda istediğini buldu. Fiyatlar pek fahişti ama yapacak fazla bir şey yoktu. Anlaşmaya vardı. Malzemeyi bulmuştu fakat para yoktu. Bir çaresini bulmak lazımdı… Doğru tüccara gitti: “Paranın tediye muamelesi akşamüstü bitecek. Yarın öğleden evvel vapurum Çanakkale’ye kalkıyor, yetiştirmem lazım. Onun için sabah ezanında geleceğim. Malları mutlaka hazır edin… Altın para vermiyorlar, kâğıt para verecekler!’’ (Cihan Harbi’nin başlarına kadar alışveriş altın ve gümüş parayla yapılırdı. Harple beraber “evrak-ı nakdiye” denilen kâğıt paralar çıkarılmaya başlandı. Bunların üzerinde, karşılıklarının altın olarak Duyun-ı Umumiye’ye yatırıldığı, harpten sonra halka, karşılığının altın olarak ödeneceği yazılıydı). Ertesi sabah Muzaffer, Merkez Kumandanlığından sağladığı araba ve neferlerle ezan vakti tüccarın kapısındaydı. Ortalık henüz aydınlanıyordu. Tüccar, malları hazırlamıştı. Havagazı fenerinin yarım yamalak aydınlattığı loşlukta mallar arabaya yüklendi. Muzaffer bir yüzlük kaime (100 liralık kaime, resmi fiyatıyla 100 altın demekti) verdi. Araba dörtnal Sirkeci’ye yollandı. Malzeme dubada bağlı gemiye aktarıldı. Az sonra da gemi Çanakkale yolunu tutmuştu. Üç gün sonra tüccar, elindeki yüzlük kaimeyi bozdurmak üzere Osmanlı Bankası’na gitti. Bozmadılar… Zira elindeki para sahte idi. Muzaffer, evrak-ı nakdiyelerin basımında kullanılan kâğıdın aynını Karaköy kırtasiyecilerinden tedarik etmiş, bütün gece oturmuş, çini mürekkebi ve boya ile gerçeğinden bir bakışta ayırt edilemeyecek nefasette taklit bir para yapmıştı! Tüccara verdiği para buydu. O devrin hakiki paralarının üzerindeki yazılar arasında bir de şu ibare bulunurdu: “Bedeli Dersaadet’te altın olarak tesviye olunacaktır.” Muzaffer, yaptığı taklit parada bu ibareyi şöyle yazmıştı: “Bedeli Çanakkale’de altın olarak tesviye olunacaktır.”
Onun burada “altın” dediği, Çanakkale’de Mehmetçiğin akıttığı, altından da kıymetli kanı idi…
“Sahte paraya gelince… Yahudi tüccar bunu mesele yapmadı. Yapmak mı istemedi, yapmaktan mı çekindi, bilinemez. Ancak olay bütün İstanbul’a yayıldı. Dünyada emsali olmayan bu hadise, Şehzade Abdulhalim Efendi’nin (Sultan Abdülmecid’in oğlu Süleyman Efendi’nin torunudur) kulağına kadar gitti. Şehzade hemen lalasını göndererek Yahudi tüccarı buldurdu. Yüzlük taklit evrak-ı nakdiyeyi, bedelini altın olarak ödeyerek aldı. Çok zarif sedef kakmalı, içi kadifeli bir mücevher çekmecesine yerleştirip, İstanbul Polis Okulu’ndaki Emniyet Müzesi’ne hediye etti. Bu emsalsiz parça, müzede şeref mevkiinde muhafaza olundu. Ziyad Ebuzziya’nın hikâye ettiğine göre, Çanakkale’den ayrılan Mehmet Muzaffer, birliği ile birlikte, Sina Cephesine Gazze’ye gönderildi. Çarpışmalarda önce yaralandı ve madalya aldı. 1917 yılında İngilizlerin çok üstün kuvvetleri karşısında, geri çekilme harekâtı sırasında düşman kuvvetlerini oyalamakla görevli birliğin içinde, çarpışa çarpışa şehadet şerbetini içti. Şehit Muzaffer’in taklidini yaptığı paranın aslı 50 liralık kâğıt paradır. Bu kâğıt paralar, üzerlerinde de yazılı olduğu gibi, Rumi 6 Ağustos 1332 tarihli kanunla tedavüle çıkarılmıştır. Bu tertip kâğıt paraların en büyük kıymeti 50 liralıklardır. Yüz lira olarak bu tipte hiçbir kupür basılmamıştır.”